26 Şubat 2009 Perşembe

89'

Bir çocuğun takım tutmaya, maçları iyi kötü takip edip, arkadaşlarıyla maç muhabbeti yapmaya başlamasıyla okuyup yazmaya başlaması aşağı yukarı aynı yaşlara tekabül eder. En azından benim için öyleydi. Dolayısıyla 2009 yılı itibariyle 6-7 yaşını süren jenerasyonun futbolla ilişkisini merak ediyorum. 3 büyüklere küçük taraftarlar kazandırmak için bu senenin zor bir sene olduğu açık. Bir küçüğü Fenerli yapmak için forma alacak olsanız belki reklam yıldızı Roberto Carlos'un ve belki her ne kadar tartışılsa da yaptıklarına hürmeten Alex'in forması alınabilir, Galatasaraylılar için Arda'dan başka isim bulmak zor, Beşiktaş içinse mevcut kadrodan 10 yıl sonra hatırlanacak futbolcu olur mu emin değilim. Hele ki kadro bağlamında konuşursak taraftarların bu seneki kadroları değil ileride hatırlamak, mümkün olan en kısa sürede unutmak isteyeceği aşikar. Böyle bir girizgah yapmamın asıl sebebi ise her nesil gibi kendi neslinin en şanslı jenerasyon olduğunu zanneden adamlardan olmam.


Benim için futbol ve fener aşkı tam 20 yıl önce, 89 ocağında İzmir Atatürk stadında Fenerbahçe-Altay maçı ile başladı. Sabahın köründe kalkıp, başımda fener kukuletası , bir elim babamın elinde, öbür elimde annemin yanımıza verdiği ekmek arası sandviçlerimizin olduğu torba stada gidişimiz. Stad tıklım tıklım. Fener maçı 3-0 aldı. Rıdvan yılın -belki de kariyerinin- en güzel golünü attı. Yine 89 baharında, Fenerbahçe'nin 3-0 geriden gelip 4-3'e çevirdiği Galatasaray maçıyla beraber benim Fenerbahçeliliğim iyiden iyiye demleniyor, 103 gollü şampiyonlukla da ömrümün geri kalanında hangi takım için heyecanlanacağım artık kesinleşiyordu.



Tabii ki bu benim hikayem ama diğer büyüklerin küçükleri için de 89 bereketli bir seneydi. Galatasaray, Neuchatel Xamax'ı 5-0'lık efsane maçla eledikten birkaç ay sonra Monaco'yu önce Tanju tek başına ziyaret edip altın ayakkabısını alıyor. Bu olaydan yaklaşık 1 ay sonra da bu sefer takım halinde Monaco'yu ziyaret ediyorlardı. 89 martında Galatasaray, Monaco'yu da geçerek şampiyon kulüpler kupasında yarı finale kalıyor. Prekazi, üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen jeneriklerde hala dönen meşhur golü atıyordu.



Aynı aylarda Beşiktaşlılar için siyahi futbolcu obsesyonunu başlatan Les Ferdinand; Madida, Amokachi, Ohen ve Nouma ile devam edecek zincirin ilk halkası olarak siyah beyaz formayla top koşturuyordu. Yukarıda bahsettiğim maçla kupada Galatasaray'ı eleyen Fenerbahçe, finalde kupayı Beşiktaşa bırakırken, Ferdinand o maçta 5 Fenerliyi geçip attığı golle, Türkiye'ye bir yıllığına gelmiş olsa da çocukların bir kısmını Beşiktaşlı yapıp öyle dönüyordu ülkesine. Aynı yılın sonbaharında ise Beşiktaş, Adana Demirspor'u Ali'nin 4, Metin ve Feyyaz'ın 3'er golüyle 10-0 mağlup ediyor, bu maçla hem Metin-Ali-Feyyaz efsanesi doğuyor hem de o sezonla beraber 3 yıl üst üste şampiyon olacak takım kendini yavaştan belli ediyordu.

Bütün bu olayların aynı yıl içinde gerçekleşmesi tesadüf müydü yoksa ben mi tüm bunlara olduğundan fazla anlam yüklüyorum emin değilim ama her ne olursa olsun çocukluk güzeldir. Benim çocukluğum da güzeldi. Benim için artık en büyük Fenerbahçeydi, çocukluk arkadaşlarımın da Beşiktaş'ı veya Galatasaray'ı tutmaları için benimkilere benzer sebepleri vardı Ne bileyim; sanki eskiden herşey daha güzeldi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder