24 Şubat 2009 Salı

Kadere Bak




Yukarıdaki fotoğrafın bir benzeri 2001 yılının bir kasım akşamı, San Siro'da çekilmedi. Bunun bir bedeli olmuştu... Tıpkı sırtını kaleye dönüp çömelmiş Arda’nın ayağa kalktığında yüzündeki üzgün ifadenin olduğu gibi...



Pazartesi günü itibariyle Galatasaray Skibbe ile yollarını ayırdı. Bu haberle birlikte birçok insanı aylardır yetiştirdikleri ekinin karşılığını almışçasına bir zafer sarhoşluğu aldı da yürüdü. Alman teknik adamın Türkiye'ye adım attığı ilk andan itibaren eleştirilerin ardı arkası kesilmedi. Skibbe iyi teknik diretördür ya da değildir, teknik taktik bilgisi çok gelişmiştir ya da gelişmemiştir ayrı; fakat adamı daha gelir gelmez damgalamak, en ufak açığını bulmak için sipere yatmak nedendir bilinmez. Steaua Bükreş maçı sonrası, transferin önemli bir bölümünü hazırlık kampı öncesi bitirmesi gerekirken Ağustos ayının sonlarına kadar sarkıtan yönetime bir verirken Skibbe'ye dört koldan saldırılması iyice anlaşılmaz. Skibbe'nin takımı dört dörtlük yönettiğini savunmak pek akıl karı olmaz elbette ama takımı biraz kaynaştırdıktan sonra UEFA Kupası'nda aldığı galibiyetler Lucescu zamanından beri ilk defa Galatasaray'ın Edirne ötesinde varlığını hissettirdi.






Skibbe’nin de elbette hataları oldu. Yönetim Ümit Davala’yı kapı dışarı ederken onun arkasında durmadı ve buna karşı bir tutum takınmadı. 84. dakikadaki küçük dokunuşla belirlenen maçın neticesinde kovulmasına yeterince sesin yükselmesinin bir sebebi de budur belki. Bir maç çıkışı kendisine sorulan “Kadroyu yönetim mi yapıyor” sorusuna sakince “Hayır” cevabı vermesi ondan bana kalanlar arasında yer alacak bundan böyle. Aynı soruyu gün gelir de hiddetiyle ün yapmış teknik adamlara da sorma cesaretini gösterirler umarım. Bir noktayı da atlamamak lazım, 20 yıllık teknik diretörlük kariyeri olan, Borussia Dortmund ve Bayer Leverkusen’i çalıştırmış, Alman Milli Takımı’nda yardımcı antrenörlük yapmış Michael Skibbe’ye 43 yaşında olmasından ötürü tecrübesiz, çaylak diyenler teknik direktör olarak 40’tan az maça çıkmış Bülent Korkmaz’a birkaç maç sonra aynı suçlamaları getirip kelle avcılığına girişmezler. Dilerim Skibbe’ye karşı takınan sert tutumun nedeni sadece yabancı düşmanlığıdır da Büyük Kaptan onun kaderini paylaşmaz. (Medyanın yabancı çalıştırıcılara karşı takındığı tavrın bir benzerini de yöneticilerin genç Türk antrenörlere, "bizim çocuklara" karşı duruşunda görmek mümkün, ama buna da başka bir postta değineyim)



Neyse başlığa ve ilk cümlelere geri dönersem iki penaltı iki insanın kaderini belirledi. Inzaghi’nin 2001 yılında kaçırdığı penaltı neticesinde Fatih Terim 9. haftasonunda Milan’dan kovulurken Milan Baros’un başarısız vuruşu Michael Skibbe’ye 21. maçlar sonrasında memleketinin yolunu tutturdu. Acaba Baros penaltıyı atsa Bordeaux maçı öncesinde basın toplantısına çıkan kim olacaktı ? Skora göre değil oyuna göre antrenörün görevine son vermek ya da onu eleştirmek mümkün mü ? Bugün sezon başından beri genç bir Alman teknik adam yerine genç Türk antrenörlere şans verilmesini savunanların o vakitler Ancelotti için Fatih Terim’in tahtından indirilmesini isteyen İtalyan asıllı yeniçerilerden ne farkı var ? O gün Milan yönetimini pusuda olmakla, Terim’i yabancı olması sebebiyle alelacele kovmakla suçlayanların bugün Skibbe, dün Zico için takındığı tavır kabul görmeli midir ? Ben bunları tekrarlayan 1321. kişi miyim? Bunlar kafamı kurcalayan sorular, fakat bir gerçek var ki bir zamanlar antrenörünün tüm sezon, her şartta arkasında duran kulübün yerinde yeller esiyor !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder