14 Nisan 2009 Salı

Avrupa'nın El Classico'su


Hangisi daha iyi oynadı acaba ?

Bir gerçek var ki bu iki takımın Şampiyonlar Ligi rekabeti futbola inanılmaz güzellik katıyor. Chelsea bir nevi Detroit Pistons oldu, neredeyse her sene yarı finaldeler. Sırada son birkaç yılda unutulan, son 5 senede 3. kez karşılaşacak Barcelona-Chelsea rekabeti var. Mourinho'yu 2 haftalığına geri getirmeye izin verseler keşke Chelsea'ye, eğlenceli olurdu.

10 Nisan 2009 Cuma

Kıskanmak




Nahid Sırrı'nın romanının niye bu kadar kıyıda kenarda kaldığını bilmiyorum. "Abdülhamid düşerken" belki tarihi-siyasi roman olduğundan belki sinemaya aktarıldığından genelde bilinir de "iyi edebiyat" yaptığı "Kıskanmak" romanı bilinmez çok fazla. Aslında kitap üzerine de atıp tutabilirim ancak kitabı okuyacak olanların zevklerini piç etmemek, kitabı okumayacak olanların da filmi ağız tadıyla izlemeyebilmeleri adına ukalalık yapma hakkımdan feragat ediyorum.

Kitabı, Zeki Demirkubuz sinemaya aktarıyormuş. Kitap, doğru sinemacının eline düşmüş bence. Yönetmen de kitaba tamamen sadık kalarak, hikayeyi 1930'ların Türkiyesinde kuruyor; Zeki Demirkubuz elinden çıkma bir dönem filmi geliyor yani. Zeki abimiz için de yeni, yüksek prodüksiyonlu bir dönem başlamış oluyor böylece. Altından kalkacağına şüphem yok. Ancak film üzerine tek korkum Berrak Tüzünataç. "Kader" az daha Vildan Atasever'in elinde heder oluyordu ki esas oğlan (ufuk bayraktar) Vildan'ın berbat oyunculuğunu da sırtına alıp, filmi taşıdı. Çekirge iki kere sıçrar mı emin değilim. Başrolü de (Seniha rolünü) Nergis Öztürk'e vermiş. Ablamız 1980 doğumlu olduğu ve Seniha karakteri için güzel kaçtığından yukarıdaki gibi makyajla yaşlandırıp çirkinleştirmişler. Yine de Seniha rolü için yaşı daha büyük ve güzellik iddiası olmayan bir oyuncu tercih edilebilirdi. Zira romandaki Seniha çok daha çirkin çizilmişti (bkz: relativity) Böyle bir seçimin sebebi belki de Berrak'ın hırpalayacağı filmi kurtarmak için tiyatro kökenli genç bir oyuncuya dayanarak bu soruna yama yapmaya çalışılmasıdır. Anlaşılan o ki, geçen filmde tutan formülü, bu sefer Nergis Öztürk üzerinden tutturmaya çalışıyor Zeki abimiz.

İsimler ve meslekler

Denizcilik müsteşarlığından bir kişinin mail adresine ulaşmam gerekiyordu. Mail adresini bulmak için müsteşarlığın sitesine girdim, sitenin anasayfasında atamalarla ilgili haberler vardı. Sayfada Hızır Reis ile ilgili bir haber başlığı gözüme çarptı. Tezle meşgul zihnimde en geniş araziye sahip bu ismi görünce istemsiz bir şekilde atama haberini okumaya başladım. Haber şu:


"Denizcilik müsteşarlığı İzmir bölge müdürlüğüne Hızır Reis Deniz atandı. 1963 Trabzon Beşikdüzü doğumlu Hızır Reis Deniz evli ve Tuna ve Uluç Reis isminde iki oğlu var."



Bence bu arkadaşımızı bölge müdürlüklerinde harcamak yerine, direk deniz kuvvetleri komutanı yapmak lazım. Hızır Reis harbiye'ye girmediği için bu fırsatı kaçırmış ama ben oğlu Uluç Reis Deniz'den ümitliyim. Bahriyeye kapağı attığı takdirde, bu isimle önünde kimsenin durabileceğini sanmıyorum.

1 Nisan 2009 Çarşamba

Aşk olsun Elif Shafak


Sever(d)im Elif Şafak'ı. İlk "Pinhan"ını okudum, sonra "Mahrem"ini. Türkçeyi iyi kullanan, romanlarında, romanına has atmosferi yaratabilen, entellektüel derinlik vereceğim, çok önemli şeyler söyleyeceğim diye romanı piç etmeden, derdini alttan alta anlatabilen bir yazardı. Tüm bunların yanında kendisi iyi yazabilen ilk güzel yazar olarak farklı bir ünvana da sahipti gözümde. Gelgelelim düşüşü hızlı oldu bu güzel ablamızın nazarımda. Önce Türkçesini kaybetti ingilizce yazmaya başladı, sonra ilk romanlarında benim kendisini sevme sebebim olan romanlarındaki atmosfer naylonlaştı ve suni, zorlama bir hal aldı. Derdini büyük puntolarla anlatmaya başlayınca yukarıda saydığım kalelerinin hepsini kaybetmiş oldu.
Yine de merak ederim yazdıklarını. Malum, daha piyasaya düşmeden sevmiştim ben kendisini :) Doğan'a transfer olduktan sonra ikinci kitabını da çıkardı Elif Shafak. Bu kitap da daha öncekiler,(Araf, Baba ve Piç) gibi İngilizce yazılıp daha sonra Türkçeye çevrilmiş. Hayırlı olsun. Kitabı birkaç defa elime alıp karıştırma şansım oldu. Zaten internette de kitapla ilgili yazılara ve Elif Şafak'ın röportajlarına denk gelmiştim. Okumadığım kitaba Allah ne verdiyse bindirme gibi bir niyetim yok ama evet herkes gibi önyargılarım var ve bu önyargılar kitabı hemen alıp okuma heyecanımı söndürdü. Belki çok etkileyici, iz bırakacak bir romanı okuma fırsatını erteliyorum ama bu ertelemenin sebepleri muhtelif.
Kitabı çıktıktan sonra verdiği röportajlarının birinde şuna yakın birşey söylüyordu güzel ablamız; "Amerika'da en çok okunan şair Mevlana. İslam dünyasının Shakespeare'i diye biliniyor. Boston'da yaşayan Yahudi Amerikalı bir ev kadını olan Ella için Mevlana ne ifade ediyor? Ben bu romanımda buna bakmak istedim" Öncelikle Amerikalıların Mevlanaya bakışı, turistlerin semazen görme tutkusu, bana buram buram oryantalizm kokmuştur her daim. Türkiye'ye gelip mistik Mevlana'nın müridlerinin dansını izleyip, doğunun gizemini çözmüş olarak ülkesine dönen turistler hakkında kelamı var mıdır acaba Edward Said'in. Hadi ben peşin hükümlüyüm ve bu yargım arızalı. Bu insanlar gerçekten ilahi aşkı Mevlanada bulan derin vatandaşlar, peki bu hikayeyi ben niye Elif Şafak'tan dinleyeyim. Hadi bunu da becerdi Elif Şafak ve gerçekten böyle bir derdi olan yahudi amerikalı ev kadınının hikayesini hakkıyla anlatmayı becerdi. Bunu niye ingilizce yaparsın. Şimdi Elif Şafak Türk edebiyatına mı katkı yapmaktadır. Kendisi ilk romanlarıyla Türk edebiyat tarihindeki yerini halihazırda almıştır ama Araf'tan itibaren onu İngiliz edebiyatı çerçevesinde değerlendirmek gerekir kanımca. Benim için, Salman Rusdie'nin Hint edebiyatına katkısı neyse, Elif Shafak'ın da Türk edebiyatına katkısı odur. Eğer çeviri roman okuyacaksam da muhakkak ki Elif Şafak'tan daha iyi yazarlar bulurum. Bunun ötesinde kitabı çevirmenin, elif şafakla beraber çevirme işi var ki bu, okuduğumuz romanın kaşını gözünü iyice birbirine karıştıran garaib bir olay. David'in veya Ella'nın ağzına konmuş alaturka cümleler, kelime seçiminde tercih edilmiş eski kelimeler y ada karakterlerin tepkilerini "yerel" benzetmelerle anlatmak çevirmenin işi midir, Elif Şafak'ın metni yerelleştirme gayreti midir?
Romanı okumadığım için hakkında iyidir veya kötüdür şeklinde kesin hüküm veremem, zira bahsettiklerim beni rahatsız eden tamamen kişisel önyargılardan ibarettir. Yine de, yukarıya koyduğum, kitabın pazarlanmasında kullanılan fotoğraftan başlamak üzere pekçok şey var göze batan. Nihayetinde "aşk evrenseldir" iddiasıyla yola çıkarak evrensel bir hikaye anlatıyorum kılıfıyla yurtdışına mistisizm pazarlamaya çalışan bunu da eldeki yerli okurlarını kaybetmeden kıvırmayı denemiş sanki Shafak. Kendini göstermek için Avrupa kupası maçlarını kollayan, ligindeki maçlara asılmayan bununla birlikte taraftarı küstürmemek için de arada boş koşu yaparak alkış almaya çabalayan futbolcu kıvamında ki hiç haz etmem maç seçen futbolcudan da okur seçen yazardan da. Yeni model Nedim Gürsel olma yolunda koşar adım ilerliyor Shafak, yolu açık olsun.