27 Haziran 2010 Pazar

Deus Ex Machina


Cüz'i İrade mi Külli İrade mi? Bir insan ya da buradaki baglamda bir futbol takimi, kaderine karsi gelebilir mi? Ve aslinda kaderine karsi gelebiliyor dahi olsa bile, bu, bir nevi meta-kader olmaz mi?
"Ingiltere hic iptal edilen golune yanmasin, o gol sayilsaydi bile Almanlara elenirdi bu kotu futbolla" gibi bir onermenin futbolda yeri yoktur. Cunku biz futbolu, mac icinde degisen onlarca muhtelif ve birbirine zit duygu ve hikayeleri ortalama bir film suresi icine sigdirabildigi icin cok seviyoruz. Filmlerden farkli ve guzel olarak, onceden yazilmis ve sonunu tahmin edebilecegin bir senaryodan murekkeb de degil ustelik. Bir an, sonraki anlari etkileme, degistirme, her seyi alt ust etme kudretine sahip.
Futbolun bir "hatalar oyunu" olmasi soyleminin arkasina saklanip gol cizgisi teknolojisine cevaz vermeyen Sepp Blattar acaba su anda ne dusunuyor? NBA'de ya da Tenis maclarinda yapildigi gibi oyunun durdurularak kameralardan tekrarini izlettirmek suretiyle bu gibi pozisyonlara karar vermenin zaman; cipli futbol topu kullanmanin da mali problem yaratacagi gerekcesi ya da bahanesiyle tekliflere kulagini kapatmis, "futbol insansi hatalariyla guzel" diye el cabuklugu marifet konuyu gundemden dusurmustu. Evet, futbol hatalarla guzel; ama birtakim hatalarin telafi edilmesi oynanan futbol ve macin kaderini daha da guzellestiremez mi? Soz gelimi, Lampard'in, golun tescil edilmesi icin az biraz futbol ve matematik bilgisi/sezisinin yeterli olacagi, illa da yan hakemin cizgide bulunmasinin gerekmedigi sutuyla durum 2-2 olsaydi, izledigimiz mac daha mi iyi olurdu daha mi kotu olurdu? Iyilik-kotuluk ya da guzellik-cirkinlik boylesi bir bahiste degeri olmayan kavramlar; ama demeye calistigim sey su ki, oyunun kendi kaderi uzerinde etkili dogal ama telafi edilebilir hatalari teknoloji yardimiyla duzeltmeye "oyunun ruhu" gerekcesiyle izin vermeyen zevat, bu sekilde, yapilacak tashihin "kader ve ruh" uzerinde yapacagi belki daha buyuk etkileri de engellemis olup aslinda biraz kendisiyle de celisiyor.
Ingiltere'nin, attiklari gole kadar ve yedikleri 3. golden sonrasi boyunca, yani macin hemen hemen ucte ikilik kisminda iyi oynamamis olusu, dahasi esasinda turnuva boyunca kendisinden beklenilenleri yerine getirmemis olmasi bu maci, mevzubahis pozisyondan azade bir sekilde tartismamizi maalesef mumkun kilamaz. Iptal edilen gol, mutlu sonla bitirilmeye calisilan ucuz bir filme eklenmis bir Deus Ex Machina gibiydi. Ve Almanlar yine galip geldi.

25 Haziran 2010 Cuma

İkinci Tur Başlarken


Başlayan derslere ve aradaki zaman farkına lanet ederek kaçırılan son grup maçlarından sonra kimilerinin 90, olmadı 120 dakika ve ötesini izleyebileceğim ölüm-kalım maçları nihayet başlıyor. Kupa öncesi tahminlerinin fkri takibini yapmak gerek biraz esasında. Gerçi herhangi bir yerde "Tedirgine'den İddaacılar için müthiş Dünya Kupası tahminleri" yollu yayınlamışlığım olmadığından, burada, gruplardan çıkmayı başarmış tüm takımları bilmiş havası yaratabilirim; ama memur zihniyetli dürüstlük aksini gerektirir. O nedenle;
1) Sırbistan hem benim için hem de kupa öncesi kendilerini en "favori sürpriz!" olarak gören binlerce futbol takipçisi için turnuvanın Fransa ve İtalya ile birlikte büyük fiyaskosudur. Krasiç'e, Vidiç'e, Stankoviç'e ve hepsinden çok, kurt diye, çakal diye pışpışladığımız Radomir Antiç'e güvenen ağzımız lal olaydı, "Sırbistan yarı finale kadar gider hacı" diyen dilim kopeydi.
2) Şampiyonluk adayım turnuva başlamadan önce biraz Capello yüzünden biraz da kalbi iktişaf yoluyla İngiltere'ydi. Facia geçen ilk iki maç sonrasında Slovenya maçında biraz toparlanmış olduklarına dair sağda solda yorumlara rast geldim, sevindim. İngiltere'nin hala arkasındayım. Almanya'yı geçeceklerini tahmin ediyorum. Zira bu Almanya, genç, dinamik, multi-etnik ve kültürel, yakışıklı futbol oynamaya çalışan bir takım olarak değişim gösterip güzel de yapmakla beraber sanki Almanya'yı Almanya yapan o katı, kendine güvenen, geride olsa bile geri dönebileceğini hem seyircilere hem de rakibine hissettiren sinir takım hüviyetini kaybetmiş gibi geliyor. İngiltere için sorun Arjantin olacak; ama Messi'yi şu turnuvada en çok rahatsız edebilecek oyun ve oyuncu kimliği İngiltere'de olduğundan ve böylesi turnuvalarda gruplara tatmin etmeyecek şekilde başlayıp yavaş yavaş açılan takımların daha başarılı olduğu gerçeğinden hareket ederek İngiltere'nin final şansını her şeye rağmen yüksek görüyorum. Allah utandırmasın.
3) Slovakya'nın turnuvanın sürprizlerinden biri olacağını tahmin ediyordum, gerçi sürprizi gittiler İtalya'yı son maçta saf dışı bırakıp yaptılar ve iki post altta Cannavaro için yaptığım "bu turnuvada da bir yarı final göreceğine inanıyorum" şeklindeki yorumumu bir güzel piç ettiler. Neyse, helali hoş olsun; koskoca Lippi kurtaramadı kadayıf İtalya'yı ben mi kurtaracağım yorumlarla burada? Hollanda karşısında şansları var tabii ki, ama Robben'in hazır kıvama gelmesi, henüz bir numarasını göremediğimiz Hollanda'nın, hanesine, 2. turu geçip sonrasında nalları diktiği bir başka turnuva eklemesi için önemli bir faktör.
4) Sürpriz noktalara gelebileceğini umduğum İsviçre, İspanya galibiyetiyle koltuk altlarımı hafif kabartsa da sönmesi çok hızlı oldu. Avrupa-merkezcilik, tarih ve bilumum sosyal bilimde sorunlu olduğu kadar futbolda da sorunlu işte! Şili'nin, Gana'nın, Güney Kore'nin ne menem futbol oynadığını ve oynamaya çalıştığını göremiyorsun. Brezilya, Tim Duncan kıvamında bir takım ama Şili, Duncan'a zor anlar yaşatacak genç delişmen pivotlar gibi olacaktır. Ne var ki Duncan panyalı atışlarıyla götürür muhtemelen. Muhtemel bir Brezilya-Hollanda çeyrek finalinin, futbol dilencilerinin bu iki takımın isimlerine ve futbol geleneklerine güvenerek "Yalçın ne maç oluyor ama!" diyecekleri bir maç olmasını ben de isterim; ama aksine, bir hayli keyif kaçırıcı olacağı kanaatindeyim. Hadi Dunga, Duncan zihniyetli bir adam, onu daha önceden de biliyorduk da Hollanda milli takımı ne diye kendisine Lucescu'yu alır mürşid olarak?
5) Yine de turnuvanın en heyecan verici takımının ABD olduğu konusunda ısrarcıyım. Talihleri de yaver giderse yarı finale yürüyeceklerine inanıyor, dahası bunu istiyorum da. Buralarda pek de bir coşku yok ABD Dünya Kupası'nda fırtınalar estiriyor diye. Ama yarı finale çıkabilirlerse her şey değişir, sokaklar-meydanlar, Avrupa'da, Asya'da dev ekranlar önünde maçları takip eden binlerce insan resmine bürünebilir. Oralardan el sallarım muhakkak.
6) Uruguay kalan 16 takım içinde elenmesini can-ı gönülden istediğim tek takım. Çirkin bir futbol oynuyorlar ve inşallah yarın sabah Asya'nın aslanları onlara bu çirkinliklerinin cezasını kesecek.
7) Enyeama'ya ve Belhadj'a üzüldüm. Maçları biraz da takımdaki eksik noktaları ucuz yollu, mümkünse bonservisi elinde futbolcularla kapatmayı kendisine şiar edinmiş Adnan Sezgin gibi izlediğimden, bu iki futbolcu açıkçası iz bıraktı bende. Ama Galatasaray'ın bu iki isimden herhangi birini transfer etmeyi düşüneceğini, düşünse dahi bunu becerebileceğini zannetmiyorum. Biz bilmeyiz, beyimiz Adnan(Ziya)giller bilir; sol bek diye ikinci Volkan Yaman, beşinci Orhan Ak olacağını bas bas bağıran Çağlar Birinci'yi, üzerine paralar, futbolcular saçarak alan ve seneye kaleyi Aykut ehliyetsizine emanet edecek olanlardan daha fazla anlamıyoruz ya bu isten!
8) O değil de Raymond Domenech, sen nasıl bir insan evladısın, onu bir de hele!

grup maçları biterken - 1




Turnuva'nın grup maçları bugün tamamlanıyor, böylece 48 ayın sultanını da yarılamış oluyoruz. Uzun takım analizlerini turnuva sonrasına saklayıp aklıma takılan detayları sıralayayım.






*İlk grupra Fransa'yı evine yollamıştık, biraz da sarkozy uğraşsın onlarla. Uruguay iyi futbol oynuyor tamam. Ama bu grupta benim en çok hoşuma giden meksika milli takımında ihtiyar Blanco'nun Fransa'ya penaltıdan da olsa gol atması oldu. Kendisini 98 dünya kupasında yeni ergen zamanlarımda tanımıştım. Hollanda maçıydı sanırım, iki hollandalının arasındayken topu ayakları arasına sıkıştırıp aralarından zıplayarak geçmişti. Turnuvada bu hareketi birkaç kez daha yaptı. Bu hareket bizim sokak arası maçlarında blanco hareketi olarak yerini almıştı. Gerçi karşı taraf "topa faul var" şeklinde, benim hala anlayamadığım bir futbol terimiyle harekete karşı çıksa da, dünya kupasında gördüğüm bir hareketin oyun kuralları dışında olamayacağı gerçeği ile tepkileri savuştururdum. Hey gidinin Blanco'su.






*Arjantin'in grubuna damga vuran isim tabii ki maradona. Arkadaş o ne kıvrak zeka, o ne laflardır öyle. Her röportajı olay. Önce kendisine laf eden platini ile pele'yi göğsünde yumuşatıp şutladı. Son olarak Brezilyalı Fabionun eliyle attığı golle ilgili olarak bir gazeteci, maradona'ya "bu gol için brezilyalılar tanrının eli diyor. Ne diyeceksin bu konuda?" şeklinde bir soru soruyor. Maradonanın cevabı:

1) Fabiano, eliyle değil koluyla oynadı.

2)Bir kere değil, iki kere oynadı.

3)Tanrı'nın eli bir tanedir, o da benim elim.


*Tedirgine'nin istediği oldu, amerika grubu lider bitirdi. 90+2'de cezayirli futbolcu 3 metreden kafayı kalecinin kucağına vurdu, kaleci oyunu hızlı başlatıp amerika'ya golü attırdı. İşte 30 saniyede grup sonunculuğundan grup liderliğine giden takımın hikayesi. Futbolu bu yüzden seviyoruz. Amerika hak etti mi? Sonuna kadar. Tedirgine'de çok yürekten dilemiş ki; gana ile eşleştiler, elerlerse çeyrek finalde uruguay-g.kore galibiyle oynayacaklar. Bundan iyisi şamda kayısı.

*İngilizler de ite kaka geçti turu. Capello, kaybettiğimiz ruhumuzu yeniden bulduk dese de beni inandıramadı. Cacık olmaz bunlardan ama gönül ister ki almanları geçsinler çeyrek finalde arjantinle kapışsınlar. Gerçi ingiliz medyasının pek umudu yok. Guardian'ın attığı manşet:

The good news: England are through

The bad news: It is Germany up next

22 Haziran 2010 Salı

Bilal Abdüsselam

Sıkıntılı bir 6 ayın ardından kendini yollara vuran bu fakir, günde 3 maç üzerinden devam eden ve dünya kupası tarihinin en düşük gol ortalamasına sahip -muhtemelen en tatsız- turnuvasını görev bilinciyle her türlü ahval ve şerait içinde dahi takip etse de bloga yazacak fırsat yaratamadı malesef. Turnuvanın geneli için ayrı post açarız da bu fransa'yla makara yapmadan geçemeyeceğim.




Çıktığı iki maçta gol atamayan Fransa milli takımında yaşananlardan dizi yapsan izlenir. Anelka'nın hocasına sunturlu bir küfür yapıştırması, bunun basına sızması, anelka'nın kadro dışı kalması ve diğer futbolcuların idmana çıkmaması şeklinde devam eden dizinin son bölümünde bazı futbolcuların güney afrika maçına çıkmak istemediği söyleniyor. Fransız gazeteleri, kendi takımlarına demedik laf bırakmamış. En enterasanı ise Anelka ve Ribery'nin takım içinde kendi gruplarını kurdukları gourcuff'un oynamasına engel oldukları haberi.



Eğer bu işin altında Fenerbahçe kültürü yoksa ben birşey bilmiyorum. Fenerbahçe'de yıllarca sakaryalılar grubunun istediği adamı oynatıp istemediklerini takıma sokmadıklarını dinledik. Oğuz, Aykut, Turhan, kaleci Engin, sonradan bu gruba eklenen Bülent Uygun. Sonrasında sakaryalılar gitti, brezilyalılar geldi takıma. Oğuz'un tahtına Alex oturdu dendi. Alex kuruyor takımı, takımdaki brezilyalılar nobre'ye çalışıyor, anelka'yı dışlıyor dendi. Bu söylenenlerin doğruluğu hiçbir zaman tam olarak bilinemese de, Anelka kulüpten ayrılırken verdiği demeçte "Arkasında brezilyalıların olmadığı Nobre bu sene beşiktaş'ta 10 gol atamaz" demişti. Kendisi Bolton'da 1,5 yıl oynayıp Chelsea'ye gitti, Nobre o yıl beşiktaş'ta 8 golde kaldı. Sonraki yıllarda da 10 golün üzerine çıkamadı. Fenerbahçe kültürünü iki yılda kazanan Anelkamız ise bu kültürü Fransa milli takımına taşımış görünüyor, ne mutlu bize.



Sakaryalılar grubu hemşerilik, brezilyalılar grubu milliyetçilik üzerinden kurulmuştu. Yusuf Akçura'nın "üç tarz-ı siyaset"ini okuyan ve özümseyen Anelka üçüncü yolu, İslamcılığı tercih etmiş ve kendisi gibi sonradan müslüman olan Ribery'i de yanına alarak yola çıkmış. Biz de burada izleyip eğleniyoruz işte.

Fotoğraf 2005'ten. Anelka'nın devre arası Fenerbahçe'ye transfer olmasından birkaç ay sonra Denizli deplasmanına (denizli faciasından 1 sezon önce) giden Fenerbahçe'de Kemal Aslan birkaç şakird arkadaşıyla birlikte Anelka'yı kolundan tutar ve onu cumaya götürür. Cuma çıkışı bir grup Fenerbahçe taraftarı, daha sonra kadıköy tribünlerinde de seslendirilecek olan marşla Anelka'yı selamlar:
Selamın aleyküm/ Ve Aleyküm selam/ Helal olsun sana/ Bilal Abdüsselam
(Fransa'da doğdu/ beşiktaşlı oldu/helal olsun sana/pascal nouma temposuyla söylenir:)
Sahi bir Kemal Aslan vardı, ne oldu ona?

18 Haziran 2010 Cuma

Yankiler


Halihazirdaki turnuvanin kanimca en iyi maci geride kaldi. Turnuvanin en iyi macindaki bir tarafin, yine kanimca turnuvanin en kotu macina sebebiyet vermis Slovenya olmasi sasirtmasin; bu mac hatalari ve sevaplariyla tamamen ABD'nin oyunu cercevesinde bu hale geldi. Mac boyu ABD'nin Turkiye'ye - genclik, alisveris vb disinda - futbol olarak da ne kadar cok benzedigini dusunup durdum. Bir anda erenlere karisip adamini karsilamayi unutan orta sahasinda, ofsayt taktigini bozan o son defans oyuncusunda, tam teslim bayragini cekecegi anda olmadik bir golle umitlendiren yildiz oyuncusunda hep Turk futbolunu hatirladim. Pehlivan cussesi ve ayari bozuk ayagiyla Oguchi Onweyu'yu gordugumde Servet Cetin'i, Landon Donovan'da Arda Turan'i, Michael Bradley'de Mehmet Aurelio'yu animsadim. Hakemin skandal karariyla iptal ettigi gole, Nihat'in Ceklere son dakikada attigi gol gibi sevindim.

Futbol; esasinda biraz da zoraki olan ideolojik, kulturel, dini vb ayrimlari ve bu ayrimlar hasebiyle olusan mesnetsiz duygusal mesafeleri kapatan harika bir olgu. Somurgeci Hollandalilari, emperyalist Amerikalilari, baskici Kuzey Korelileri, kor milliyetci Turkleri is futbol sahasina geldiginde yine de destekleyebiliyorsak ve dibine kadar politik bir oyun olan futbolda tarihsel/ideolojik deger yargilarini 90 dakikaligina bile olsa rafa kaldirabiliyorsak; sahada gordugumuz karakterin ve mucadelenin verdigi zevktendir.

Bu guzel takimin ortaya cikmasindaki emekleri icin Bob Bradley'e sanirim bir tesekkur borcumuz var. Umarim futbol tanrilari bu karakterli ve inatci takimin sonraki maclarda da yaninda olur.

16 Haziran 2010 Çarşamba

Dunya Kupasi Hatiralari 23 Kisilik Takim Kadrosu - Defans

Yazmayi engelleyecek uzvi problemlerle baslayip izlenen maclarin caldigi zaman ve enerjiyle percinlenen blog suskunluguna bir son verme ve basladigim isi hizla bitirme vakti. Zihnin hizla calismasi neticesinde hafizanin emek gerektiren derinliklerden degil yuzeyinden cikabilir ve bu nedenle pek harc-i alem olabilir adini anacagim isimler; lakin gonul mevcut kupadan bahsetmek isterken tutmayin kucuk enisteyi.

1) Fabio Cannavaro (1973): Italya'ya Dunya Kupasi'ni kazandirdigi sene FIFA Yilin Futbolcusu odulunu almasi ve bu odulu tarihte kazanan yegane defans oyuncusu olmasi baslibasina ozetliyor zaten savunmamdaki ikiliden birinin neden Cannavaro oldugunu. 98 Fransa'da vardi, hatta ceyrek finalde kafasi yarilmasina ragmen devam etmis, Fransa karsisinda Italya'nin maci 0-0'a baglamasina yardim etmisti. 2002'de yine oradaydi, ekurisi Nesta sakatlaninca dumeni tek basina goturdu, saibeli bir hakem yonetimi ve Trapattoni sevimsizinin yanlislariyla erken donmek zorunda kaldi. 2006'da bu kez kaptandi. Nesta onu yine grup maclarindan sonra yalniz birakti. Materazzi yancisi ve Barzagli caylagini da idare etmek zorunda kalmasina ragmen her seyi kusursuz yapti. Kupayi Buffon ve Pirlo'nun da pek tabii destekleriyle Italya'ya kazandirdi. Yil olmus 2010, Cannavaro hala Dunya Kupasi'nda sahnesini aliyor ve takimini yonetiyor. Rezalet gecen bir sezon ve 37 yasinin bitkinligine ragmen. Dumenini Guney Afrika sonrasi Dubai'ye kirmadan, giderayak en azindan bir yari final gorecegini hala dusunuyorum.

2) Lilian Thuram (1972): Kadrodaki Parma agirligini daha da artiracak bir baska isim. Cannavaro ve Buffon ile bir zamanlar Parma'nin saadetli gunler yasamasina on ayak olup yine onlar gibi sonrasinda solugu Juventus'ta alan Lilian Thuram'in ismini, milli takimda genellikle sag bekte oynamis oldugu halde hem kendisini defansin gobeginde daha iyi hissettigini bizzat aciklamis olmasi hasebiyle hem de Cannavaro ile kuracagi muazzam ikilinin gucuyle tahtaya fasilasiz yazdim. Ceyrek finalde soka girmek uzere olan gol atma ozurlusu Fransa'yi once macta tutan ardindan da yari finale uzatan kendisiydi. Maclardan once rakip forvetler rahatsiz olsun diye vucuduna sarimsak suren vampirsavar da yine oydu. Ve hayatimda gordugum ilk kemik gozluk takan okumus futbolcu tipi de yine bu ozel futbolcuydu.

3) Marcel Desailly (1998): Gerektiginde on-libero'da da pekala oynayabilecek olmasi nedeniyle kadroma derinlik katabilecek muazzam bir oyuncu. Bir insan, Frank Lebeouf gibi 10-11 hali saha maclarinda oyunu tik tik kisa paslarla oynamak yonunde surekli telkin veren 40li yaslardaki kel amcalar gibi bir oyuncuyla ekuri olmaya tamam diyip Ronaldo, Rivaldo ve Bebeto'nun onune cikar mi? Desailly cikar ve cikti. Milan'a ilk gittigi sene, o zamanlar henuz 8 takimla oynanan ve Galatasaray'in da diger grupta yer aldigi Sampiyonlar Ligi'nde su an kime karsi oldugunu tam hatirlayamadigim macta oyle bir kafa golu atmisti ki asgari 120 cm yukselmisti. Bu rekorun yillar sonra Hakan Sukur tarafindan kirilmis olmasi Desailly icin bir talihsizlik oldu.

4) Joachim Bjorklund (1971): Aslinda sevgi ve hayranliktan ziyade korku ve tedirginlik hisleri hakimdir bende bu futbolcuya karsi. Kadromda niye var, cok da bilmiyorum; ama almazsam basima kotu bir is gelecekmis gibi hissettim. Oyle kenafir gozlu bir adamdi. Hadi, hakkini yemeyeyim, Isvec 94'te 3. olmasaydi hic aklimin ucuna bile gelmezdi ya, Brolin'ine, Ingesson'una, Dahlin'ine, Andersson'una dua etsin, hucum hattinda harcanacak bu guzel isimlerin yuzu suyu hurmetine kendisini kadroya dahil ettim. Tipki gecen Avrupa Sampiyonasi'nda sirf Trabzonspor'dan bir futbolcu olsun, onlarin gonlu kirilmasin diye Turk futbol tarihinin gelmis gecmis en yetenek yoksunu ama gol atildiginda kulubeden en hizli kosan ve gol atana sevinc gosterisi esnasinda en has yancilik yapan adami olan Tolga Zengin'i kadroya alan Fatih Terim gibi. Ulan Terim, hala ne cok tesir ediyorsun ha bana!

5) Aldair (1965): Futbolun simdiki gibi "Total Defans" olmadigi zamanlarda iyi defanslar isimleriyle maruf olurlardi. Sozgelimi bugun iyi defans yaptigini dusundugumuz takimlardan, mesela Inter'den yahut kulu henuz uzerinde Isvicre'den, sivrilen tek bir defans oyuncusu bulmak zordur, zira gelinen noktada sahada bulunan 11 kisi savunmanin musterek gorevlerini asagi yukari esit miktarda paylasir. Halbuki gecmiste pek de boyle degildi. Defans dendigi zaman mesela Aldair ismi hemen aradan siyriliverirdi. Roma'yla cosmus, Brezilya'nin 94 sampiyonlugunda partneri Marcio Santos ve onlerindeki savaskan Mauro Silva ile beraber cok buyuk rol oynamisti bu, Ghost filminde rahmetli Patrick Swayze'nin oynadigi karakteri olduren siyahi adama benzeyen adam. Pires'i, Insua'yi iki uc donem beklemis yeni nesil Galatasaray taraftari gibi eskilerden bir kusak da Aldair'i bekledi. Korolasica gelmedi, bizi Kuzmanovski'lere Feti'lere mahkum etti. Sirf su yuzden her an kadro disi kalabilir.

Forlan Fener'de, Suarez yolda...


Fenerbahçe'nin de ilgilendiği(!) Forlan ve Suarez, Uruguay forması altında döktürüyor. Forlan son maçta iki gol atarken, Suarez iki asistle yıldızlaştı. Suarez'in menejeri, Suarez'in Fenerbahçe forması giymeye istekli olduğunu ancak bonservis konusunda kulüplerin henüz anlaşamadığını belirtti...
Uruguay-Güney Afrika maçını izlerken, iki aydır gülerek okuduğum benzer haberler geçti aklımdan. Ömer Üründül'ün ikide bir, "Suarez tam benim beğendiğim tarzda bir santrafor. Bir santraforun yapması gereken herşeyi yaptı." türünden yorumları, ayrıca eğlendirdi beni. Muhtemelen ilk kez izliyor arkadaşı.
Kendisi için bir küçük not; Suarez Ajax formasıyla bu sezon ligde 33 maçta 35, resmi maçlarda toplam 48 maçta 49 gol attı. Saygılar.