27 Haziran 2010 Pazar
Deus Ex Machina
25 Haziran 2010 Cuma
İkinci Tur Başlarken
1) Sırbistan hem benim için hem de kupa öncesi kendilerini en "favori sürpriz!" olarak gören binlerce futbol takipçisi için turnuvanın Fransa ve İtalya ile birlikte büyük fiyaskosudur. Krasiç'e, Vidiç'e, Stankoviç'e ve hepsinden çok, kurt diye, çakal diye pışpışladığımız Radomir Antiç'e güvenen ağzımız lal olaydı, "Sırbistan yarı finale kadar gider hacı" diyen dilim kopeydi.
2) Şampiyonluk adayım turnuva başlamadan önce biraz Capello yüzünden biraz da kalbi iktişaf yoluyla İngiltere'ydi. Facia geçen ilk iki maç sonrasında Slovenya maçında biraz toparlanmış olduklarına dair sağda solda yorumlara rast geldim, sevindim. İngiltere'nin hala arkasındayım. Almanya'yı geçeceklerini tahmin ediyorum. Zira bu Almanya, genç, dinamik, multi-etnik ve kültürel, yakışıklı futbol oynamaya çalışan bir takım olarak değişim gösterip güzel de yapmakla beraber sanki Almanya'yı Almanya yapan o katı, kendine güvenen, geride olsa bile geri dönebileceğini hem seyircilere hem de rakibine hissettiren sinir takım hüviyetini kaybetmiş gibi geliyor. İngiltere için sorun Arjantin olacak; ama Messi'yi şu turnuvada en çok rahatsız edebilecek oyun ve oyuncu kimliği İngiltere'de olduğundan ve böylesi turnuvalarda gruplara tatmin etmeyecek şekilde başlayıp yavaş yavaş açılan takımların daha başarılı olduğu gerçeğinden hareket ederek İngiltere'nin final şansını her şeye rağmen yüksek görüyorum. Allah utandırmasın.
3) Slovakya'nın turnuvanın sürprizlerinden biri olacağını tahmin ediyordum, gerçi sürprizi gittiler İtalya'yı son maçta saf dışı bırakıp yaptılar ve iki post altta Cannavaro için yaptığım "bu turnuvada da bir yarı final göreceğine inanıyorum" şeklindeki yorumumu bir güzel piç ettiler. Neyse, helali hoş olsun; koskoca Lippi kurtaramadı kadayıf İtalya'yı ben mi kurtaracağım yorumlarla burada? Hollanda karşısında şansları var tabii ki, ama Robben'in hazır kıvama gelmesi, henüz bir numarasını göremediğimiz Hollanda'nın, hanesine, 2. turu geçip sonrasında nalları diktiği bir başka turnuva eklemesi için önemli bir faktör.
4) Sürpriz noktalara gelebileceğini umduğum İsviçre, İspanya galibiyetiyle koltuk altlarımı hafif kabartsa da sönmesi çok hızlı oldu. Avrupa-merkezcilik, tarih ve bilumum sosyal bilimde sorunlu olduğu kadar futbolda da sorunlu işte! Şili'nin, Gana'nın, Güney Kore'nin ne menem futbol oynadığını ve oynamaya çalıştığını göremiyorsun. Brezilya, Tim Duncan kıvamında bir takım ama Şili, Duncan'a zor anlar yaşatacak genç delişmen pivotlar gibi olacaktır. Ne var ki Duncan panyalı atışlarıyla götürür muhtemelen. Muhtemel bir Brezilya-Hollanda çeyrek finalinin, futbol dilencilerinin bu iki takımın isimlerine ve futbol geleneklerine güvenerek "Yalçın ne maç oluyor ama!" diyecekleri bir maç olmasını ben de isterim; ama aksine, bir hayli keyif kaçırıcı olacağı kanaatindeyim. Hadi Dunga, Duncan zihniyetli bir adam, onu daha önceden de biliyorduk da Hollanda milli takımı ne diye kendisine Lucescu'yu alır mürşid olarak?
5) Yine de turnuvanın en heyecan verici takımının ABD olduğu konusunda ısrarcıyım. Talihleri de yaver giderse yarı finale yürüyeceklerine inanıyor, dahası bunu istiyorum da. Buralarda pek de bir coşku yok ABD Dünya Kupası'nda fırtınalar estiriyor diye. Ama yarı finale çıkabilirlerse her şey değişir, sokaklar-meydanlar, Avrupa'da, Asya'da dev ekranlar önünde maçları takip eden binlerce insan resmine bürünebilir. Oralardan el sallarım muhakkak.
6) Uruguay kalan 16 takım içinde elenmesini can-ı gönülden istediğim tek takım. Çirkin bir futbol oynuyorlar ve inşallah yarın sabah Asya'nın aslanları onlara bu çirkinliklerinin cezasını kesecek.
8) O değil de Raymond Domenech, sen nasıl bir insan evladısın, onu bir de hele!
grup maçları biterken - 1
Turnuva'nın grup maçları bugün tamamlanıyor, böylece 48 ayın sultanını da yarılamış oluyoruz. Uzun takım analizlerini turnuva sonrasına saklayıp aklıma takılan detayları sıralayayım.
*İlk grupra Fransa'yı evine yollamıştık, biraz da sarkozy uğraşsın onlarla. Uruguay iyi futbol oynuyor tamam. Ama bu grupta benim en çok hoşuma giden meksika milli takımında ihtiyar Blanco'nun Fransa'ya penaltıdan da olsa gol atması oldu. Kendisini 98 dünya kupasında yeni ergen zamanlarımda tanımıştım. Hollanda maçıydı sanırım, iki hollandalının arasındayken topu ayakları arasına sıkıştırıp aralarından zıplayarak geçmişti. Turnuvada bu hareketi birkaç kez daha yaptı. Bu hareket bizim sokak arası maçlarında blanco hareketi olarak yerini almıştı. Gerçi karşı taraf "topa faul var" şeklinde, benim hala anlayamadığım bir futbol terimiyle harekete karşı çıksa da, dünya kupasında gördüğüm bir hareketin oyun kuralları dışında olamayacağı gerçeği ile tepkileri savuştururdum. Hey gidinin Blanco'su.
*Arjantin'in grubuna damga vuran isim tabii ki maradona. Arkadaş o ne kıvrak zeka, o ne laflardır öyle. Her röportajı olay. Önce kendisine laf eden platini ile pele'yi göğsünde yumuşatıp şutladı. Son olarak Brezilyalı Fabionun eliyle attığı golle ilgili olarak bir gazeteci, maradona'ya "bu gol için brezilyalılar tanrının eli diyor. Ne diyeceksin bu konuda?" şeklinde bir soru soruyor. Maradonanın cevabı:
1) Fabiano, eliyle değil koluyla oynadı.
2)Bir kere değil, iki kere oynadı.
3)Tanrı'nın eli bir tanedir, o da benim elim.
*Tedirgine'nin istediği oldu, amerika grubu lider bitirdi. 90+2'de cezayirli futbolcu 3 metreden kafayı kalecinin kucağına vurdu, kaleci oyunu hızlı başlatıp amerika'ya golü attırdı. İşte 30 saniyede grup sonunculuğundan grup liderliğine giden takımın hikayesi. Futbolu bu yüzden seviyoruz. Amerika hak etti mi? Sonuna kadar. Tedirgine'de çok yürekten dilemiş ki; gana ile eşleştiler, elerlerse çeyrek finalde uruguay-g.kore galibiyle oynayacaklar. Bundan iyisi şamda kayısı.
*İngilizler de ite kaka geçti turu. Capello, kaybettiğimiz ruhumuzu yeniden bulduk dese de beni inandıramadı. Cacık olmaz bunlardan ama gönül ister ki almanları geçsinler çeyrek finalde arjantinle kapışsınlar. Gerçi ingiliz medyasının pek umudu yok. Guardian'ın attığı manşet:
The good news: England are through
The bad news: It is Germany up next
22 Haziran 2010 Salı
Bilal Abdüsselam
Çıktığı iki maçta gol atamayan Fransa milli takımında yaşananlardan dizi yapsan izlenir. Anelka'nın hocasına sunturlu bir küfür yapıştırması, bunun basına sızması, anelka'nın kadro dışı kalması ve diğer futbolcuların idmana çıkmaması şeklinde devam eden dizinin son bölümünde bazı futbolcuların güney afrika maçına çıkmak istemediği söyleniyor. Fransız gazeteleri, kendi takımlarına demedik laf bırakmamış. En enterasanı ise Anelka ve Ribery'nin takım içinde kendi gruplarını kurdukları gourcuff'un oynamasına engel oldukları haberi.
Eğer bu işin altında Fenerbahçe kültürü yoksa ben birşey bilmiyorum. Fenerbahçe'de yıllarca sakaryalılar grubunun istediği adamı oynatıp istemediklerini takıma sokmadıklarını dinledik. Oğuz, Aykut, Turhan, kaleci Engin, sonradan bu gruba eklenen Bülent Uygun. Sonrasında sakaryalılar gitti, brezilyalılar geldi takıma. Oğuz'un tahtına Alex oturdu dendi. Alex kuruyor takımı, takımdaki brezilyalılar nobre'ye çalışıyor, anelka'yı dışlıyor dendi. Bu söylenenlerin doğruluğu hiçbir zaman tam olarak bilinemese de, Anelka kulüpten ayrılırken verdiği demeçte "Arkasında brezilyalıların olmadığı Nobre bu sene beşiktaş'ta 10 gol atamaz" demişti. Kendisi Bolton'da 1,5 yıl oynayıp Chelsea'ye gitti, Nobre o yıl beşiktaş'ta 8 golde kaldı. Sonraki yıllarda da 10 golün üzerine çıkamadı. Fenerbahçe kültürünü iki yılda kazanan Anelkamız ise bu kültürü Fransa milli takımına taşımış görünüyor, ne mutlu bize.
18 Haziran 2010 Cuma
Yankiler
Halihazirdaki turnuvanin kanimca en iyi maci geride kaldi. Turnuvanin en iyi macindaki bir tarafin, yine kanimca turnuvanin en kotu macina sebebiyet vermis Slovenya olmasi sasirtmasin; bu mac hatalari ve sevaplariyla tamamen ABD'nin oyunu cercevesinde bu hale geldi. Mac boyu ABD'nin Turkiye'ye - genclik, alisveris vb disinda - futbol olarak da ne kadar cok benzedigini dusunup durdum. Bir anda erenlere karisip adamini karsilamayi unutan orta sahasinda, ofsayt taktigini bozan o son defans oyuncusunda, tam teslim bayragini cekecegi anda olmadik bir golle umitlendiren yildiz oyuncusunda hep Turk futbolunu hatirladim. Pehlivan cussesi ve ayari bozuk ayagiyla Oguchi Onweyu'yu gordugumde Servet Cetin'i, Landon Donovan'da Arda Turan'i, Michael Bradley'de Mehmet Aurelio'yu animsadim. Hakemin skandal karariyla iptal ettigi gole, Nihat'in Ceklere son dakikada attigi gol gibi sevindim.
Futbol; esasinda biraz da zoraki olan ideolojik, kulturel, dini vb ayrimlari ve bu ayrimlar hasebiyle olusan mesnetsiz duygusal mesafeleri kapatan harika bir olgu. Somurgeci Hollandalilari, emperyalist Amerikalilari, baskici Kuzey Korelileri, kor milliyetci Turkleri is futbol sahasina geldiginde yine de destekleyebiliyorsak ve dibine kadar politik bir oyun olan futbolda tarihsel/ideolojik deger yargilarini 90 dakikaligina bile olsa rafa kaldirabiliyorsak; sahada gordugumuz karakterin ve mucadelenin verdigi zevktendir.
Bu guzel takimin ortaya cikmasindaki emekleri icin Bob Bradley'e sanirim bir tesekkur borcumuz var. Umarim futbol tanrilari bu karakterli ve inatci takimin sonraki maclarda da yaninda olur.
16 Haziran 2010 Çarşamba
Dunya Kupasi Hatiralari 23 Kisilik Takim Kadrosu - Defans
1) Fabio Cannavaro (1973): Italya'ya Dunya Kupasi'ni kazandirdigi sene FIFA Yilin Futbolcusu odulunu almasi ve bu odulu tarihte kazanan yegane defans oyuncusu olmasi baslibasina ozetliyor zaten savunmamdaki ikiliden birinin neden Cannavaro oldugunu. 98 Fransa'da vardi, hatta ceyrek finalde kafasi yarilmasina ragmen devam etmis, Fransa karsisinda Italya'nin maci 0-0'a baglamasina yardim etmisti. 2002'de yine oradaydi, ekurisi Nesta sakatlaninca dumeni tek basina goturdu, saibeli bir hakem yonetimi ve Trapattoni sevimsizinin yanlislariyla erken donmek zorunda kaldi. 2006'da bu kez kaptandi. Nesta onu yine grup maclarindan sonra yalniz birakti. Materazzi yancisi ve Barzagli caylagini da idare etmek zorunda kalmasina ragmen her seyi kusursuz yapti. Kupayi Buffon ve Pirlo'nun da pek tabii destekleriyle Italya'ya kazandirdi. Yil olmus 2010, Cannavaro hala Dunya Kupasi'nda sahnesini aliyor ve takimini yonetiyor. Rezalet gecen bir sezon ve 37 yasinin bitkinligine ragmen. Dumenini Guney Afrika sonrasi Dubai'ye kirmadan, giderayak en azindan bir yari final gorecegini hala dusunuyorum.
2) Lilian Thuram (1972): Kadrodaki Parma agirligini daha da artiracak bir baska isim. Cannavaro ve Buffon ile bir zamanlar Parma'nin saadetli gunler yasamasina on ayak olup yine onlar gibi sonrasinda solugu Juventus'ta alan Lilian Thuram'in ismini, milli takimda genellikle sag bekte oynamis oldugu halde hem kendisini defansin gobeginde daha iyi hissettigini bizzat aciklamis olmasi hasebiyle hem de Cannavaro ile kuracagi muazzam ikilinin gucuyle tahtaya fasilasiz yazdim. Ceyrek finalde soka girmek uzere olan gol atma ozurlusu Fransa'yi once macta tutan ardindan da yari finale uzatan kendisiydi. Maclardan once rakip forvetler rahatsiz olsun diye vucuduna sarimsak suren vampirsavar da yine oydu. Ve hayatimda gordugum ilk kemik gozluk takan okumus futbolcu tipi de yine bu ozel futbolcuydu.
3) Marcel Desailly (1998): Gerektiginde on-libero'da da pekala oynayabilecek olmasi nedeniyle kadroma derinlik katabilecek muazzam bir oyuncu. Bir insan, Frank Lebeouf gibi 10-11 hali saha maclarinda oyunu tik tik kisa paslarla oynamak yonunde surekli telkin veren 40li yaslardaki kel amcalar gibi bir oyuncuyla ekuri olmaya tamam diyip Ronaldo, Rivaldo ve Bebeto'nun onune cikar mi? Desailly cikar ve cikti. Milan'a ilk gittigi sene, o zamanlar henuz 8 takimla oynanan ve Galatasaray'in da diger grupta yer aldigi Sampiyonlar Ligi'nde su an kime karsi oldugunu tam hatirlayamadigim macta oyle bir kafa golu atmisti ki asgari 120 cm yukselmisti. Bu rekorun yillar sonra Hakan Sukur tarafindan kirilmis olmasi Desailly icin bir talihsizlik oldu.
4) Joachim Bjorklund (1971): Aslinda sevgi ve hayranliktan ziyade korku ve tedirginlik hisleri hakimdir bende bu futbolcuya karsi. Kadromda niye var, cok da bilmiyorum; ama almazsam basima kotu bir is gelecekmis gibi hissettim. Oyle kenafir gozlu bir adamdi. Hadi, hakkini yemeyeyim, Isvec 94'te 3. olmasaydi hic aklimin ucuna bile gelmezdi ya, Brolin'ine, Ingesson'una, Dahlin'ine, Andersson'una dua etsin, hucum hattinda harcanacak bu guzel isimlerin yuzu suyu hurmetine kendisini kadroya dahil ettim. Tipki gecen Avrupa Sampiyonasi'nda sirf Trabzonspor'dan bir futbolcu olsun, onlarin gonlu kirilmasin diye Turk futbol tarihinin gelmis gecmis en yetenek yoksunu ama gol atildiginda kulubeden en hizli kosan ve gol atana sevinc gosterisi esnasinda en has yancilik yapan adami olan Tolga Zengin'i kadroya alan Fatih Terim gibi. Ulan Terim, hala ne cok tesir ediyorsun ha bana!
5) Aldair (1965): Futbolun simdiki gibi "Total Defans" olmadigi zamanlarda iyi defanslar isimleriyle maruf olurlardi. Sozgelimi bugun iyi defans yaptigini dusundugumuz takimlardan, mesela Inter'den yahut kulu henuz uzerinde Isvicre'den, sivrilen tek bir defans oyuncusu bulmak zordur, zira gelinen noktada sahada bulunan 11 kisi savunmanin musterek gorevlerini asagi yukari esit miktarda paylasir. Halbuki gecmiste pek de boyle degildi. Defans dendigi zaman mesela Aldair ismi hemen aradan siyriliverirdi. Roma'yla cosmus, Brezilya'nin 94 sampiyonlugunda partneri Marcio Santos ve onlerindeki savaskan Mauro Silva ile beraber cok buyuk rol oynamisti bu, Ghost filminde rahmetli Patrick Swayze'nin oynadigi karakteri olduren siyahi adama benzeyen adam. Pires'i, Insua'yi iki uc donem beklemis yeni nesil Galatasaray taraftari gibi eskilerden bir kusak da Aldair'i bekledi. Korolasica gelmedi, bizi Kuzmanovski'lere Feti'lere mahkum etti. Sirf su yuzden her an kadro disi kalabilir.
Forlan Fener'de, Suarez yolda...
Dağ fare doğurdu...
10 Haziran 2010 Perşembe
Nerede kalmıştık?
Tedirgine'nin, 23 kişilik efsane dünya kupası kadrosuna ara verip, son dünya kupasını nasıl kapattığımızı hatırlatayım dedim. Fotoğraf zaten üstüne söz söylemeyi gereksiz kılıyor. Ben söz söylemesem de fransızlar finalden 3 gün sonra yeni bir şarkı patlatmışlardı; "Coup de boule" - kafa at
http://www.dailymotion.com/video/x7nea_le-coup-de-boule-zidane-il-a-frappe
Şarkı çok eğlenceli, bi kere nakaratı "kafa at, kafa at" ... Bütün sözleri buraya yazmanın alemi yok, merak edenler ekşiden okuyabilir, sağolsun bir arkadaş hem fransızcasını hem tercümesini yazmış sözlüğe.
Bir de resmi klibi yerine zidane'ın kafayı yapıştırdığı bu kolajı tercih ettim.
8 Haziran 2010 Salı
Dunya Kupasi Hatiralari 23 Kisilik Takim Kadrosu - Bekler
1) Cafu (1970): 94 Dunya Kupasi'nda finale kadar sadece 30 dakika oynayip yerini Jorginho'ya kaptirmasina ragmen, final macinin ilk yarisinda Jorginho'nun sakatlanmasiyla kupayi sahada kazananlarin arasinda olma serefine eristi. 98'de bu kez yeri saglamdi. Ve muteakip 2 dunya kupasinda da Brezilya'nin hem yeri en garanti olan hem de bu olcude kendisinden beklenen performansi fazlasiyla yerine getiren futbolcusu oldu gozumde. 2 kupa, 1 final, 1 ceyrek final, hay masaallah. Daha bizim katildigimiz 4 tane dunya kupasi bile yok!
2) Mehdi Mahdavikia (1997): Ayni saatte oynanan maclar disinda istisnasiz tumunu izleyip, turuncu kapakli buyuk boy defterde ayrintilariyla notlarini tuttugum - maalesef oda toplayan anne teroru sonrasi bu defter Ankara Mamak coplugunun tepelerinin yolunu tuttu - Fransa 98'in en heyecan verici anlarindan biriydi Mahdavikia'nin ABD'ye son dakikalarda atip da galibiyeti percinledigi gol. Tum mac boyu zaten ABD'nin sol kanadini paramparca etmis, ne var ki golu bir kontratakta, dagilan ABD savunmasinin sagindan atmisti. Son macta cirkin Almanlara karsi biraz daha direnc gosterebilseydiler 2. turu da gorurlerdi ya, kisfmet degilmis.
3) Robert Jarni (1968): Mahdavikia'nin bitiremedigi hesabi Almanlara ceyrek finalde kesen futbolcuydu Jarni. Ergun Penbe'nin Hirvat ikizi gibi bir seydi zaten. Duzenli hucuma cikar, sogukkanliligini muntazaman muhafaza eder, pas trafigine muthis katki saglar, bindirmelerinden birinde acigi yakaladi mi yerden sert fuzelerdi. Hirvatlarin 3.lugunde Suker ile beraber kilit oyunculardan biriydi. Evet, Roberto Carlos ya da Bixente Lizarazu belki boylesi bir altin kadroya girmeyi daha cok hak eden isimler; ama gonul gozuyle bakildiginda 3 numara Jarni'nindir.
4) Fabio Grosso (1977): Dunya Kupalari'nin mahsulu futbolcular vardir; oncesi mechul sonrasi sonuktur; ama iste o sihirli bir ay vardir ya, iste ne olduysa orada olur. Grosso dunyakupasitopculari familyasigillerden bir ademoglu; ustelik gonullerin yeni sultani Lucas Neill'i aldatarak ve guzelim Avustralya'nin saf disi kalmasina neden olacak sekilde penalti kazandirarak hanesinde cok buyuk bir eksi de var. Amma velakin sirf yari finalde Almanya'ya attigi golden sonra yaptigi "Tardelli gol sevinci" icin dahi listeye girmeyi kesinlikle hak ediyor.
Dunya Kupasi Hatiralari 23 Kisilik Takim Kadrosu - Kaleciler
1) Sergio Javier Goycochea (1963) Kadrodaki kaleciler icinde Dunya Kupasi kaldirmamis yegane isim. Buna karsin kaleyi ona teslim etmekte en ufak bir suphe duymuyorum, zira nasil ki her teknik direktorun kuluplerinde iyi performans ortaya koymadigi halde takintili oldugu isimler oluyor; benim zaafim da Goycochea. Italya 90 sirasinda evde kendi kendime duzenleyip sunuculugunu da bilfiil icra ettigim salon maclarinin en buyuk yildizi, ikinci kaleci olarak katildigi o turnuvada Nery Pumpido'nun sakatligi sonrasi gectigi kalede 2'si ceyrek finalde Yugoslavya'ya, 2'si yari finalde Italya'ya karsi kurtardigi 4 penaltiyla Arjantin'i finale tasiyan Goycochea'ydi. Hatta finalde de Brehme'nin o diregin en uzak kosesine giden topunu da neredeyse kurtariyordu ya, kaderin oyunu, Goycochea'nin buyuk bir efsane olmasina son anda mani oldu. Arjantin o turnuvadan bu yana pek de gun yuzu gormuyorsa, Carlos Roa, Pablo Cavallero, Roberto Abbondanzieri gibi kifayetsiz muhterislerin eline dustugu icindir.
2) Gianluigi Buffon (1978) Bir kaleci kurtardigi bir penaltiyla, finalde uzandigi bir topla, son saniyede parmaklarinin ucuyla cikardigi bir sutla takimina kupalar kazandirabilir. Ama tum bunlari bir turnuva sathina yayarak o kupaya erismek ancak Buffon'a nasip olmustur muhtemelen. Son Dunya Kupasi'nda Cannavaro da hak etmisse de en iyi oyuncu odulunu, benim icin o odulun tek adresi Buffon'du. Hos, "Hatiralar" takiminda ikinci kaleci olarak sirasini bekleyecek ya, hos gorsun, cocukluk hatiralarinin gucu karsisinda, malum, hicbir sey duramiyor.
3) Claudio Andrè Mergen Taffarel (1966) Dogrusunu soylemek gerekirse, 3. kaleciyi bulma konusunda epey zorlandim. Hatta yeri geldi, Kuzey Kore teknik direktoru Kim Jong Hun gibi bir forvet oyuncusunu, soz gelimi Salvatore Schillachi'yi bu pozisyona kaydirip gerektiginde etinden ve sutunden yararlanmayi dahi dusundum. Ama sonucta biraz Galatasaraylilik biraz da Hollanda macinda kurtardigi penaltilar ve sonrasindaki coskusu galebe caldi. 3. kaleci olmasina gider yapmayacak kadar tecrubeli ve kalender bir sahsiyet olmasi da isin cabasiydi.
Taffarel'in postu icin diger adaylar oynadiklari Dunya Kupalari'nda en iyi kaleci odullerini almis olan Fabien Barthez ve Oliver Kahn'di; ama Barthez'i kalecilik, Kahn'i da insanlik meziyetleri konusundaki derin suphelerim neticesi kadro disi biraktim. Akillara baska kaleci profilleri duserse buraya bir serh duselim.
Geleceği yazmak
Allahım allahım, böyle tarihi bir anda hocanın verdiği demeç bu mu olmalıydı. Çıksa dese ki "dünya büyükse biz de büyüğüz" millet olarak şöyle bir şahlansak fena mı olurdu. Ayrıca belli ki olası bir galibiyet sonrası söylenecekler maç öncesinden düşünülmüş ancak bu çıkmış işte.
Zamanında bana çok saçma gelen bu sözler bugünlerde çok moda. Her yere yazmışlar sağolsunlar. Demek ki o kadar da saçma değilmiş, ne bileyim ben.
Nike'ın son reklam filminin (ve kampanyasının) sloganı : "write the future". Reklamı İnarritu çekmiş, herkes oynamış. Gerçi buna reklam demek ayıp olur. Reklam dediğin Aydemir Akbaş ile İbo'nun çektiği Merinos halı reklamlarıdır. Buna üst düzey kısa film diyebiliriz. Endüstriyel futbolun getirdiği nadir güzelliklerden bu reklam filmleri.
Nike, slogan için Şenol Güneş'e telif vermiş midir, sanmıyorum. Zaten verse de derviş ruhlu Şenol hoca kabul etmezdi bu parayı.