14 Eylül 2009 Pazartesi

Altıntaş Biraderler

Galatasaray'a UEFA şampiyonluğu getiren futbolcu neslinden nedense daha cok sevmişimdir bir önceki altın jenerasyonu. Gözümü ilk futbola açışımda karşımda onları görmüş olmamdandır muhakkak. Ama ondan da önemlisi belki; efendiliklerinden, fedakarlıklarından, Galatasaray ruhunun -ki şayet varsa böyle bir şey- tecessümü olmalarından, hulasa iyi insanlıklarından. 1996-2000 jenerasyonunun bitmek bilmeyen falsolarını, kişisel hırs ve ihtiraslarını, bir türlü dinmeyen onore edilme iştiyaklarını görünce, 80'lerin sonu 90'ların başındaki o "ağır abi"ler, o "futbol emekcileri", o tekmeye kafa sokan Rambolar daha da bir değerli oluyor nazarımda.

Bunlardan ikisine nedense çocukluğumdan beri tarifi güç bir sempati besliyorum. Esasında yolu Galatasaray'a düşüp de burada çok büyük izler bırakmamış kimi futbolcular benim bu sempatimden nasiplerini her daim almıştır. Bu, herkesin beğendiginin dışında bir şeyleri beğenerek kendine aykırı bir kimlik sağlama dürtüsüyle şekillenmiş zorlama bir sempati değil. Bilakis, daha cok insanın, mesela Mondragon'u, Perez'i değil de Andres Jose Fleurquin'i ya da Hasan Sas, Arif Erdem gibilerinin terörü altında iyice içine kapandığı her fotoğraf karesinden belli olan Fabio Pinto'yu sevmesini arzulayan bir sempati. Neyse, konuyu bölmeyeyim. Sözünü ettiğim ikili Altıntaş kardeşler. Pek tabii kardeş olmadıklarını biliyorum, ama kardeş olsalar da yeriymiş hani: abi rolünde ağır, cefakar, fedakar Yusuf Altıntaş; ve kardeş rolünde tezcanlı, delişmen, ama her dem güvenilir Muhammet Rıza Altıntaş.



Bir sevgi ifadesi olan "taşağını yerim senin" kalıbını babam da mesela en cok bu ikili için - araya kimi zaman Uğur Tütüneker'i de katarak - sarf ederdi. Hakikaten de `taşaklı` adamlardı: zor alt edilir, zor pes eder, sonuna kadar savaşır, yıldız oyunculara hizmet vermekten bir an olsun gocunmazlardı. Yusuf'un, gol rekorunu kırması icin Tanju'ya bıraktığı topu kim unutabilir?

Yusuf, Sensible Soccer'a sarışın bir defans oyuncusu olarak gecmişse de hafızamda cok yönlü bir oyuncu olarak kayıtlı. Defansın her mevkiisinde oynayabildiği gibi, proto-ön libero ya da günümüz tabiriyle defansif orta saha olarak da oynamışlığı çoktur. Bir gazetede çıkmış büyük boy fotoğrafını anımsıyorum da. Vücudunun her bir bölgesine ok çıkarılmış, nasıl sakatlandığı, nereden ameliyat edildiği, onun biyonikliği de haliyle vurgulanmak suretiyle, tek tek not düşülmüş. Bir kulak deliğinin arkası kalmış anlayacağımız. Ama bunlara rağmen Yusuf hep sahada oldu, hep sahada kaldı.

Muhammet'inse bendeki yeri daha bir başkadır. Aralık 92'de kaza yaptığında ağlayacak kadar üzülmüş, sonraki iki sene iyileşeceği, futbola döneceği haberlerini heyecanla beklemiştim. Kah düz koşulara başlıyor, kah takımla antrenmanlara katılıyordu; ama olmadı, dönemedi ya da döndürmediler. Bir yerlerde, kaza sonrasında hakkında oluşan ve bir türlü silip atamadığı olumsuz yargılar - ki kekeleyerek konuşuşunu hatırlıyorum - yüzünden, ABD'deki doktorundan aldığı "oynar" raporlarına karşın nasıl kimselerin kendisine ve sakat olmadığına inanmadığını anlatıyordu.

Simdi bu Altıntaş biraderlerin nerelerde ne yapmakta oldukları kimselerin malumu olmadığı gibi, benim de malumum değil maalesef. Lakin şurası açık ki, özel ve devlet kanallarıyla gazete köşelerinde yer kapıp mütemadiyen Galatasaray'ın kendilerine yaptığı haksızlıkları iki laflarının arasına sıkıştıran 90 nesli çocuklarının kahramanlarından daha azını kesinlikle hak etmiyorlar. Ama işte bu ülkede "sessiz faziletlerin heykeli" maalesef ki dikilmiyor.





3 yorum:

  1. Ben yıldız severim, aynı dönemde Rıdvan'ın peşinde koşardım ama bizim takımda da yıldız olmayıp "bizim oğlan" olarak sevilen futbolcular vardı tabi. Bunların başında Nezihi(tosuncuk) gelirdi ; deli nezihi. Efsane kadroda Müjdat'ın savunmadaki partneri. Lugano'nun çakma hırsını gördükçe aynı mevkide oynayan Nezihi'yi anarım hep. Futbocuların çıkartmalarını veren sakızlar vardı o yıllarda. Sakızın kabı da üç büyüklerin rengine göre değişirdi. Benim aldığım 3 sakızın 2'sinin içinden Nezihi çıkardı nedense, yine de atmaya kıyamaz evde bir yerlere yapıştırırdım. Her köşede Nezihi çıkartması vardı yani :D

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. cok siradansin kuru, ridvan mi sevilir yahu ahah. ben sizde hakan vardi onu severdim, akilli topcuydu. bir de sonradan umit diye bir topcu gelmisti, kocaelispor'dan mi aydinspor'dan mi emin olamadim ama su levent ozcelik'in sahaya girip, ismail'den yedigi darbeyle kendini yerde bulan kivircik umit dedigim.
    nezihi demisken bizimkini anmamak olmaz. adam yirmi sene boyunca abartmiyorum heralde bir tane maca cikti, onda da nedved'in orta sahadan vurdugu topu iceri almisti. nasil bir ermis sabri varsa adamda, ustelik hayrettin'in arkasinda beklemekten gocunmadi. ama sabrin sonu selametmis. bak, hayrettin'in, stauce'nin falan esamesi okunmazken nezihi kac yildir galatasaray'in kaleci antrenoru. zaten nezihi'nin, maclardan once hayrettin'i isindirmak icin sol ayagiyla cektigi sutlar sayesinde hagi gibi oldugu konusulur hep florya'da.

    YanıtlaSil